Özet olarak kimyasal ilaç ve gübre kullanılmayan ve üretim kaynaklarının, yani doğanın korunmasını hedeflemiş bir üretim biçimidir. Bu durumda, birim alandan alınan ürün veriminin, klasik tarıma oranla düşük olması sorunu öne çıkmaktadır. Limitli besin ortamında maksimum verimi sağlayacak genotip – çeşitlerin henüz geliştirilmemiş olması sorunu da çözüm beklemektedir. Özellikle organik tarım yönergelerinde “organik tarım organik tohumla” koşulu (Açıkgöz ve İlker, 2006) ne yazık ki sistemin yeterli ilgiyi görmesine engel oluşturmuş ve aynı yıllarda birlikte yola çıktıkları tarımsal biyoteknolojik uygulamalar, dünyada işlenen tarım arazilerinin %12,3’lerinde ulaşmışken, organik tarım alanı oranı %2,5’larda kalmıştır
(http://www.marklynas.org/2012/07/how-land-inefficient-is-organic-agriculture/).
Aslında gıda olarak klasik üretim ürünleri ile organik ürünlerin gıda bakımından bir farkı bulunamamıştır (http://annals.org/article.aspx? articleid=1355685).
Organik gıdaların öne çıkan faydası ise, normal gıdalara oranla yüzde 30 oranında daha az ilaç kalıntısı taşıyor olmasıdır. 50 yıllık bir sürede yayınlanan 237 bilimsel raporun meta analizine dayanan bu araştırmada, aralarında organik meyve, sebze, buğday, et, yumurta ve sütün de bulunduğu 200 ürün, organik olmayan emsalleriyle karşılaştırılarak yukarıdaki sonuca varılmıştır. Peki, gıda açısından fark bulunamazken verim açısından durum nasıl?
Organik ve normal ürünlerin verim karşılaştırmasının yapıldığı 316 araştırmanın (34 farklı bitki) meta analiz sonuçlarını ilk grafiklerden izlemeye çalışalım
(http://www.nature.com/nature/journal/v485/n7397/full/ nature11069.html):
-
Organik meyvelerde klasik ürüne göre %3 ve yağ bitkilerinde %11’lik önemli olmayan verim farkı;
-
Organik tahıl tarımında %26 ve sebze tarımında %33’lük verim düşüşü;
-
Ve genelde organik tarımın %25’lik verim kaybı saptanmıştır.
İkinci grafikten de şu sonuçlara ulaşılır: Klasik tarıma göre organik mısır %15, arpa %30, buğday %35, domates %22, soya %10 daha az verim vermektedir (benzer bir araştırmada lahana ve havuçta bu oran %60’ları bulmuştur). Buradan, meyvelerde ve baklagillerde (azot fiksasyonu!) organik – klasik verim farkının önemsiz sayılabileceği düşünülebir. Yalnız meyvelerde zararlı ve hastalıkların neden olacağı kalite ve raf ömrü ayrıca tartışılmalıdır. Diğer taraftan tahıllarda ve sebzelerde saptanan %33’lük verim düşüklüğü organik ürünlerin fiyatlarına yansıyacaktır. İşte bu kamu vicdanına yöneltilecek şu soruyu akla getiriyor: Hiç kimsenin besin olarak organik gıdaya hayır demesi beklenemez. Fiyat bakımından karşılanabildiği sürece herkes organik gıda tüketebilecektir. Peki, maddi gücü yetersiz olanları klasik ürün tüketimine yönlendirerek onların hayatlarını riske mi atıyoruz? Tarımsal ilaç uygulamaları esnasındaki ölümcül olaylar bir tarafa, klasik tarımsal ürün tüketiminden doğan hayati riskler korkulduğu kadar da değildir.
Organik tarımın ana hedeflerinden biri çevre konusunda sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır. Fakat %33’lük verim eksikliğinin kapatılmasını sağlayacak sistemlerin devreye sokulması zorunluluğu nedeniyle olay çok farklı boyutlara taşınmıyor mu? Tarıma kazandırılmak üzere orman arazilerine mi yöneleceğiz? Yahut hayvansal gübre gereksinimini karşılamak üzere 1,3 milyar sığır sayısını üçe mi katlayabileceğiz! Bu nedenle organik tarım alanları sınırlı olacaktır. Yalnız maddi gücü olanların tüketebileceği organik ürünlerin alanları genişletikce, çevreye zarar söz konusu olmaya başlacakyacaktır.
Tarımsal üretimde yeni sistem arayışları kaçınılmazdır. Değişen tüketim biçimleri (daha yüksek kalori tüketimi, organik ürün tüketimi, diyet vs.) ve daralan tüketim olanakları bu arayışı zorunlu kılmaktadır. Tüketim guruplarına odaklanmış ve onlardan ticari olarak yarar sağlayan kişi veya guruplar diğerlerini öylesine karalamaktadır ki, toplum gıda konusunda kaosa itilmektedir. Aslında organik, klasik ve transgenik gıdaların ayırımı bilimsellikten ziyade politik ve sun’idir. 1990’larda Havai’de virüs nedeniyle yok olmaya yüz tutmuş papaya tarımı, geliştirilen transgenik çeşitlerle yeniden hayat bulmuştur. Peki, organik papaya üretiminde transgenik çeşitlerin kullanımına ne demeli? Diğer taraftan o patates hastalıklarından en fazla zarar yaşamış İrlanda’da yabani patatesten biyoteknolojik yöntemlerle (sisgenik, aynı türden gen transferi) gen aktarımı sonucu elde edilen hastalıklara dayanıklı yeni çeşitlerin tesciline karşı çıkılmasını nasıl açıklarız? Almanya’da yeterince organik pamuk bulamayan tekstilcilerin Hindistan’dan ithal transgenik pamuğu kullanmalarına nasıl göz yumulmuştur?
Prof. Dr. Nazimi Açıkgöz
Kaynak: nacikgoz.wordpress.com