Dünyanın sürdürülebilir bir gelecek, bir arada uyum içinde yaşamak için karşı karşıya kaldığı bu üç paradoksal durumu çözmesi gerekiyor.
Bugün dünyada bir yanda 868 milyon açlık çeken insan, 1.5 milyar da obez ya da fazla kilolu insan var. Her yıl beslenme yetersizliğinden 36 milyon, çok yemeğin getirdiği hastalıklardan ise 29 milyon kişi ölüyor.
Dünya genelinde üretilen tahılların üçte biri hayvanların beslenmesi ve biyo yakıt olarak kullanılıyor. Tüm dünyada 1.3 milyar ton yiyecek yani açlık çeken insanların ihtiyacının yaklaşık dört katı gıda israf ediliyor, çöpe gidiyor.
Bu tablo dünyanın üretim ve beslenme alışkanlıklarını çok ciddi ve hızlı bir biçimde değiştirmesi gerektiğini tüm açıklığıyla gösteriyor. Şu an için dünyanın kaynaklarının adil bir biçimde dağıtılsa bile 7 milyarı beslemeye yetmiyor. Bu düzeni sürdürdüğümüz sürece gelecek kırk yıl içinde bu tablo üç katı daha kötü olacak.
Yerel ve küçük ölçekli doğal tarım desteklenmediği sürece dengesizliğin ortadan kalkması mümkün değil. Açlıkla mücadele etmek için iddia edildiği gibi genetiği değiştirilmiş organizmalara (GDO) ihtiyaç yok. Biyo-çeşitliliği koruyan, küçük ölçekli tarımla da yeterli üretim yapılabilir. Üretimin üçte biri çöpe gidiyorsa fazla üretim çözüm olmadığı artık anlaşılmalı.
Bırakın global politikaları biz ilk önce tüketiciler olarak üstümüze düşeni yapalım. Yeme alışkanlıklarımızı meyve, sebze, tahıl, hububat, süt ürünleri, yumurta, balık, tavuk, peynir, kırmızı et ve şeker sırasına göre düzenlersek bu bize sağlıklı bir yaşam vaat ettiği gibi etin ve şekerin tüketiminin minimuma indirilmesi dünyanın da kurtuluşu olur.
Sadece dünyadaki 7 milyar insandan bir milyarının suya ulaşamadığını, her yıl susuzluktan dört bin çocuğun öldüğünü ve bir kilo dana etinin üretimi için 15 bin litre su harcandığını aklımızdan çıkarmayalım yeter.
‘Sürdürülebilirlik’, yerel tedarik, daha az tüketerek, ayak izinin az bırakıldığı üretim bugün uluslararası yiyecek sanayi sektörünün de ajandasında. Bu şirketlerden biri de Unilever. Grubun şemsiyesindeki Knorr markasıyla domates, sebze gibi hazır gıdalarında kullandığı ürünlerin hem sürdürülebilir tarımla ürettiriyor hem de sadece mevsiminde ürün kullanıyor.
ÇAY VE SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK
Türkiye’de sektöre yatırım yapan öncü markalardan olan Lipton Türkiye’de çay kültürünün zenginleşmesi ve Türk çayının geleceğinin koruma altına alınması için 2011 yılında ‘Sürdürülebilir Çay Tarımı Projesi’ başlatmıştı.
Türk çayı için sosyal, ekonomik ve çevresel olmak üzere üç ayak üzerine oturan, kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerle çalışmalarına yön veriyorlar. Bugün öncü olan Lipton’un yanı sıra farklı markalar da bölgede çayın kalitesini yükseltmeye ilişkin çalışmalar yapıyor.
Umarız diğer markalar da onları takip eder. Ki edenler de var...